Şükran AKGÜN

Şükran AKGÜN

ORTADOĞU’NUN VAZGEÇİLMEZİ MUSUL-KERKÜK…

A+A-

Musul-Kerkük bölgesi bulunduğu konum itibariyle; Anadolu ile Asya dolayısıyla Avrupa ile Asya arasında tarihi bir yol ve geçiş mevkii özelliği taşıması, Mezopotamya bölgesinin ilkçağlardan günümüze kadar en önemli kültür ve medeniyetlerinin doğup, büyüdüğü ve yaşadığı önemli bir merkez olması ve sahip olduğu yeraltı kaynaklarının zenginliği ile her zaman ilgi odağı ve cazibe merkezi olmuştur. Türk olarak tarih boyunca bu coğrafyada; yaşadığımız ve yaşamakta olduğumuz işkence, sürgün, göç ve soykırımları anlayabilmek, anlatabilmek, çıkarımlar da bulunabilmek, birlik ve beraberliğimizi muhafaza edebilmek ve en önemlisi Türk Dünyasına sahip çıkabilmek adına Kerkük katliamlarına geçmeden önce bu hafta ki yazımızda Musul meselesine bir göz atalım isterim.

Misakı Millî sınırlarımız içinde yer alan Musul, İngiltere tarafından 1918’de Mondros Mütarekesine dayanılarak işgal edilmiştir. 1919 Paris Barış Konferansı’nda ise ABD başkanı Wilson tarafından da esas olarak kabul edilen karara göre Osmanlı İmparatorluğundan Ermenistan, Suriye, Irak, Kürdistan, Filistin ve Arabistan’ın ayrılmasına karar verilmişti. Sevr Antlaşması 1920 de ise Musul kurulması düşünülen Kürdistan’a terk edilmişti. Ancak Musul düşman işgalinden kurtarılamadan Mudanya Mütarekesi imzalandığından, Musul Bölgesi’nin mukadderatı Lozan Barış Konferansı’na bırakılmıştır.

Lozan Barış Konferansı’nda İsmet Paşa; Türkiye-Irak sınır meselesi görüşülürken, Musul’un Türkiye’ye terk edilmesi talebinde bulunmuştur. İngiliz Dışişleri Bakanı ise konferans devam ettiği sırada İngiltere’nin fiili işgalinde bulunan Musul’un, Irak sınırları içinde kalmasını ısrarla savunmuştur. Konferansta Musul’un geleceğini tayin için halkoyuna müracaat edilmesi hususunda Türk tarafından yapılan teklif İngiliz temsilcileri tarafından kabul edilmemiştir. Musul meselesi konferansın çalışmalarını tehlikeye düşürecek bir hal almaya başlayınca taraflar bu meselenin konferanstan sonraya bırakılmasına karar vermişlerdir. Bunun üzerine Lozan antlaşmasına;

*Türkiye ile Irak arasındaki hudut (sınır) 9 ay zarfında Türkiye ile Büyük Britanya arasında sureti muslihane de (barışçı yol) tayin edilecektir.

*Tayin olunan müddet zarfında 2 hükümet arasında itilaf husule gelemediği (anlaşma olmadığı) takdirde, ihtilaf (anlaşmazlık) Cemiyet-i Akvam Meclisine arz olunacaktır.

Hükümleri konulmuştur.

Barış konferansından sonra Musul bölgesinde bulunan “Hristiyan Asuri kabileleri” Türkiye’ye karşı silahlı saldırı hareketlerine girişmişler, Türkler bu olayı protesto ederek bu kabilelerin İngilizler tarafından tahrik edildiklerini ve silahlandırıldıklarını ileri sürmüşlerdir.

Türkiye ile Irak arasındaki sınır meselesinin, İngiltere ile görüşülmesine 1924 yılında İstanbul’da devam edilmiş olup, konferansın ilk toplantısındaki Türk görüşü;

1)Musul vilayeti halkının, üçte ikisinin Türklerden ve Kürtlerden müteşekkil olduğu ve etnik sebeplerden dolayı bu bölgenin Türk sınırları içinde kalması,

2)1916 yılında İngiltere ile Fransa arasında imzalanan Sykes-Picot gizli antlaşmasında, Musul bölgesinin Irak’ın değil Suriye'nin bir parçası sayıldığı, Sevr Antlaşması'nın 64. maddesine göre ise Musul’un Kürdistan’a verildiği belirtilerek aslen Musul vilayetinin etnik ve coğrafik sebeplerle Türk ve Kürt halklarının kaderlerinin birleştiği bir bölge olduğundan, Türkiye Devletinin bir parçası sayılması gerektiği yönünde olmuştur.

Buna mukabil İngiliz temsilcileri, Türk görüşünü kabul etmek şöyle dursun hadlerini fazlasıyla aşarak “Hakkâri” vilayeti üzerinde haklar ileriye sürmeye başlamışlardır. Ayrıca İngiliz temsilcileri Musul vilayetinde bulunan “Hristiyan Asurilerin” durumuna da özel bir önem vermişlerdir.

Her iki tarafın görüşlerinde ısrar etmeleri sebebiyle İstanbul’da ki görüşmelerde sonuç vermemiş mesele Milletler Cemiyeti’ne havale edilmiştir.

Musul meselesi Milletler Cemiyeti’nde de hararetle görüşülmeye başlanmış, önce Türk görüşü açıklanmıştır. Türkiye “Musul’da bir plebisit (devletler hukukunda bir ulusun hangi devlete bağlanmak istediğini belirtmesi için başvurulan oylama) yapılmasına taraftar olduğunu” belirtmiştir. İngiliz temsilcisi ise “İngiltere’ye göre meselenin; sadece Türkiye ile Irak arasında sınır hattının tespitinden ibaret olduğunu, Türkiye’ye göre meselenin; daha şümullü (birçok şeyi etkileyen ya da içine alan, kapsamlı) ve Musul’un mukadderatı ile ilgili olduğunu açıklamıştır. Ayrıca İngiltere anlaşmazlığa konu olan bölgede yaşayan halkın cahil olduğunu ve sınır işlerinden anlamadığı gerekçesiyle plebisite itiraz etmiştir. Görüşmeler sırasında meclis tarafların statükoyu bozmamaları yönünde bir karar almış ve Musul halkın isteklerini tespit etmek, üç devletin resmi makamları ile görüşmek ve bunlara dayanarak kendisine rapor vermek üzere Macaristan’ın eski başbakanı, İsveç’in Bükreş Büyük Elçisi ve Belçika ordusunun emekli bir albayından oluşan müteşekkil bir komisyon kurmuştur.

Cenevre’de görüşmeler devam ederken Musul bölgesinde İngiliz ve Türk silahlı Kuvvetleri arasında mevzii çatışmaları başlamış, İngilizler verdikleri ültimatomda; “Türk kuvvetlerinin 48 saat içinde İngilizler tarafından kabul edilen sınır hattı gerisine çekilmezlerse zora başvuracaklarını” bildirmişlerdir. Bunun üzerine Türkiye geçici sınır hattının tespiti için Milletler Cemiyeti Meclisine başvurmuştur. Brüksel’de olağanüstü bir toplantı yapan Milletler Cemiyeti Meclisi geçici sınır hattını tespit etmiş ve taraflardan bu hatta riayet etmelerini istemiştir. Tarafların bu hatta riayet etmeleri ile beraber uyuşmazlık geçici bir süre için halledilmiş, komisyon görevlerini yapmaya devam etmiş komisyon raporunu Eylül 1925’te Milletler Cemiyeti Meclisi’ne sunmuştur. Komisyon raporunda “Musul halkının hiçbir tarafa katılmaksızın bağımsız kalmak istediğini” belirtmiştir. Buna rağmen komisyon Cemiyet Meclisine şu tavsiyelerde bulunmuştur;

*Musul Irak’ın bir parçası sayılacak ve Irak 25 yıl süreyle İngiliz mandası altına konulacaktır,

*Türkiye ile Irak arasındaki sınır hattı Brüksel’de tespit edilen hat olacaktır.

Komisyonun bu tavsiyeleri gerek Türk halkı gerek Cenevre’deki Türk temsilcilikleri ve Türkiye tarafından şiddetli tepki ve itirazlara sebep olmuştur. Yapılan itirazlar neticesinde Cemiyet Meclisi “Milletlerarası Daimî Adalet Divanından” itirazlara istinaden istişare mütalaa istemiş, gelen mütalaaya istinaden Cemiyet Meclisinin Türk-Irak sınırı hakkında vereceği kararın taraflar için bağlayıcı sayılacağını karara bağlamıştır. Türkiye ise Misakı Millî hükümlerinin ihlal edildiği gerekçesiyle Cenevre’deki temsilciliklerini geri çekmiştir. Meclis ise “Musul bölgesinde bulunan Hıristiyanlara Türkler tarafından kötü muamele yapıldığı” iddiasıyla komisyonun tavsiyelerini Türk temsilcilerinin gıyabında tasvip etmiştir.

Oysa ki Cemiyeti Akvam Meclisi siyasi bir organdı ve Birinci Dünya Savaşının galipleri tarafından kurulmuştu. İngiltere cemiyetin en nüfuzlu üyelerinden biriydi ve Meclisin daimî üyesiydi. Bu teşkilat içinde büyük devletlerin özel hukuki yetkileri ve önemli siyasi nüfuzları bulunuyordu. Buna mukabil Türkiye bu cemiyetin üyesi bile değildi.

1922 yılında İtalya’da idareyi ele geçiren Mussolin ise faşist rejim ile kısa bir süre içerisinde sömürgeci bir dış politika izlemeye başlamıştı. Türkiye’nin Musul meselesi sebebiyle İngiltere ile uyuşmazlık halinde bulunulmasından istifade etmeye başlayan Mussolin, Anadolu üzerindeki emellerini yenilemişti. Türkiye Musul’u kuvvet kullanarak almak teşebbüsünde bulunduğu takdirde İtalya’nın Anadolu’ya asker çıkaracağı söylentileri bu dönemde dolaşmaya başlamıştı. Musul meselesi sonrasında İngiltere ve İtalya’nın Türkiye üzerine yaptıkları baskılar Türkiye’yi Sovyet birliğine yaklaştırmıştı.

1925 yılında Sovyetler Birliği ile imzaladığımız “Tarafsızlık ve Saldırmazlık” antlaşmasından sonra siyasi yakınlaşma devam ettiği halde Türkiye için hayati önem taşıyan İktisadi ve ticari münasebetler aynı gelişmeyi gösterememiştir. Türkiye’den ithal edilen mallara Sovyetler bazı tahditler (kısıtlama) koymuş, 1926 da Odesa limanında Türk mallarına giriş izni vermemişti.

Bu arada Fransa’da çıkarları söz konusu olunca diğer batılı devletlerle iş birliği yapmaktan çekinmiyordu. Lozan Antlaşması’ndan sonraki yıllarda Türk Fransız münasebetlerini en fazla etkileyen iki husustan bir tanesi Fransa’nın mandası altında olan Suriye- Türkiye arasındaki sınır meselesiydi. Fransa’da bu mesele üzerinden kendi faydalarına tavizler istemeye başlamıştı. 1921 yılında Türk-Fransız Antlaşması ile Türkiye-Suriye sınırı tespit edilmiş ve bir ay sonra sınırların tespiti için bir komisyonunun kurulacağı kararlaştırılmıştı. Lozan Antlaşmasıyla da bu hükümler teyit edilmiştir. 1925 yılına gelindiğinde ise Fransa hükümeti Suriye de bazı güçlüklerle karşılaşmış, 1921 yılında kurulması gereken sınır komisyonu da 1925’te kurulabilmiştir. Sınır meselesi komisyonca da çözülemeyince 1926 yılında Ankara’ya gelen Fransız temsilcileri ile bir sözleşme, 5 protokol ve bir de imza protokolü kaleme alınarak paraf edilmiştir. Ancak sözleşmenin imzalanması iki buçuk ay kadar gecikmiştir. Bunun sebebi de yine Türkiye ile İngiltere arasındaki Musul uyuşmazlığının devam ediyor olmasıdır. Musul uyuşmazlığı; İtalya ile olan münasebetleri engellediği gibi Fransa ile olan münasebetlerin gelişmesine de engel oluyordu. Ruhr meselesinde Almanya’ya karşı İngiltere’nin desteğine ihtiyacı olan Fransa, Ortadoğu’da İngiliz çıkarlarının gerektirdiği bir politika izliyordu. 1925 yılında ve 1926 yılının başında, Musul meselesi yüzünden Türkiye ile İngiltere arasında bir savaş tehlikesinin belirmesi üzerine, İngiltere’nin de Fransa’nın desteğine ihtiyacı var olacaktı. Sözleşmede tarafların birinin saldırıya uğraması halinde diğerinin tarafsız kalması hususunda bir hükmün bulunması, Musul yüzünden İngiltere ve Türkiye arasında çıkacak bir silahlı çatışmada Fransa'nın İngiltere'ye yardımını önleyebilecekti. Bu durum İngiltere hükümetini büsbütün telaşlandırmıştı. İşte bu sebeple Fransız hükümeti, Ankara'da paraf edilen sözleşmeyi, Türkiye ile İngiltere kendi aralarında Musul meselesinin çözene kadar imzalamamıştır. Ta ki Türk-İngiliz-Irak Antlaşması'nın akdinden 6 gün önceye kadar. Türkiye Büyük Millet Meclisi ise bu sözleşmeyi 7 Haziran 1926'da Musul hakkındaki Türk-İngiliz-Irak Antlaşması ile aynı günde tasdik etmiştir. Bu anlaşma ile Suriye sınırı ile ilgili olarak Türk-Fransız uyuşmazlığı sona ermiştir.

Türk-İngiliz-Irak arasında yapılan anlaşmayla sınırlarımız Brüksel’de tespit edilen hat olacaktı ancak Türkiye lehine bazı küçük değişikliklerde yapılmıştı. Irak hükümeti, Musul üzerinde ki haklarından vazgeçen Türkiye’ye, 25 yıl alacağı aidatın %10’unu verecekti. Daha sonra, 1926 anlaşmasına ek notalarda öngörülen esasa uygun olarak, Türkiye 500.000 İngiliz lirası karşılığında petrol üzerinde ki hakkından feragat etmiştir.

Önümüzde ki hafta Kerkük katliamları ile devam etmek üzere siz değerli okuyucularımıza esenlikler dilerim...

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.