Şükran AKGÜN

Şükran AKGÜN

TAHTLAR KAVGASI...

A+A-

TAHTLAR KAVGASI...

1915-1945 yılları arasında geçen 30 yıllık zaman diliminde, savaş müttefiki olan İngiltere ve Fransa’nın, Ortadoğu’nun idaresi için süren mücadelesi günümüzde İran-ABD ilişkilerinin zirve noktası gelmesine sebep olmuştur.
İngilizlerin, Ortadoğu’da güç unsuru olabilmeleri adına siyonist emelleri açıkça desteklemesi ve Filistin’de İsrail devletinin kurulması için yapılan Yahudi göçü Arapların öfkesini, Arapların öfkesini yatıştırmak için değişimin yavaşlatılması ise Yahudilerin intikam ateşini tetiklemişti. İngiltere ve Fransa, Filistin geleceği konusunda anlaşılmamışlardı. Anlaşamadıkları konu ise “kutsal toprakları uluslararası bir yönetime sahip olması” görüşü idi. Bu yaklaşıma karşı gelen diğer bir ülke ise ABD’i Başkanı Wilson idi. 1917 yılında Almanya’ya savaş ilan ettiğinde Avrupa emperyalizmini eleştirmiş ve savaş bittiğinde,  tebaalar ve devletsiz halkların kendi geleceklerini kendilerinin tayin etmesini önermişti. 
Ancak İngiltere Arapların yeniden sevgisini kazanmak için boş durmamış, Fransız mandası olan Lübnan’ın bağımsızlık kazanmasına yardımcı olmuştur. 
İngiltere bu tavrıyla hem Yahudileri hem Fransızları kızdırmıştı. Yahudi kanaati artık kesin şekilde İngiltere’nin aleyhine dönmüş, İngilizlerin Filistin’den kovulması kararını almışlardı. Fransızlarda boş durmamış gizlice kendi amaçlarına  paralel olarak Yahudi  milislerine silah satarak, hem Filistin içerisinde İngiltere’ye karşı ortalığı karıştıran hem de İngilizlerin Filistin’den kovulması amacına sahip siyonist teröristlere destek sormuşlardı. 14 Mayıs 1948 yılında İsrail devletinin kuruluşunda da büyük rol oynamışlardı. 
İsrail 1939 yılından itibaren ABD’de siyonist faaliyetlerine hız vermişti. 1948 yılında da Amerika’da seçimler vardı. Seçimde Yahudilerin oylarına ihtiyaç hasıl olduğundan, ABD İsrail devletinin kuruluşunu ilk tanıyan ülke olmuştu.
 1960 yılının sonlarına doğru İngiliz hükümeti, ekonomik kriz gibi nedenlerle Basra Körfezi terk etme kararı almıştı. Körfez’de bir boşluk oluşmuştu ve bu boşluğu Sovyetler Birliği’nin dolduracağını hisseden Başkan Nixon hükümeti, “çifte sütün” politikası adı altında İran ve Suudi Arabistan’ı işbirliğine teşvik etmişti. Ancak Amerikan kışkırtmaları ve İran’ın kendisini Basra Körfezi’nin polis olarak görmeye başlaması; İran’ın güçlü halka, Suudi Arabistan’ın ise zayıf halka olma durumuna getirmişti. 
Amerika bu duruma istinaden İran’da, İran ve Pakistan’ın ortak nükleer silah kurma politikasını benimsemiş ve Şah’a destek vermiştir. 
Ancak 1979 yılında Fransa’dan İran’a gelen Humeyni, Şah’ı indiren devrimi gerçekleştirdi ve aynı yıl içinde ABD’nin Tahran Büyükelçiliği’ni basıp 52 çalışanını rehin aldı. Bu durum ABD ve İran arasındaki gerginliği artırdı ve nükleer silah hızını alamadan engellendi. Amerika politikasını İran’ı nükleer silahtan mahkum etme yönüne evirmeye başladı. 1980’li ve 90’lı yıllarda Amerika dünyada sağa sola koşturup olası nükleer tedarikçileri, İran’a barışçıl niyetlerle de olsa nükleer silah satmamaları için ikna etmekle geçirdi. Fakat 1980’lerin ortasında Pakistan’ın el altından İran’da nükleer silahlanma ile ilgili yapılan nakliyeyi engel olamadı. 
İran’ın 80’li yılların ortalarında nükleer programı ile ilgili iyi bir kaynağı değil, daha çok bilgiye sahipti. Amerika’nın Kuveyt’ten sonra Irak’ı işgal etmesi, Irak ve İran’ın 8 yıllık savaş,  Saddam kuvvetinin kısa sürede silinip süpürülmesi, Tahran’daki yöneticilerin nükleer silah yapımını daha ciddi düşünmelerini sağladı. 2003’ten 2005’e kadar Amerikalıların ülkelerini işgal etmesinden korktuklarından dolayı, İranlılar nükleer programlarının sınırlandırılmasını kabul etmişlerdi ancak 2006 yılına gelindiğinde İranlılar Amerika’nın Irak ve Afganistan’da bataklığa saplandığını ve artık onları tehdit etme kapasitesine sahip olmadıklarını sonucuna vardılar. Nükleer zenginleştirme programlarını yeniden başlamasının güvende olduğunu düşündüler.  Nükleer silah çalışmalarına hız vermeye başladılar. Bu gelişmeler Bush hükümetini çıkmaza  sokmaya başlamıştı. Irak’taki kitlesel imha silahları fiyaskosundan ötürü, İran’da ki nükleer silah yapmaları hakkında açıklama yapmaları mümkün olmuyordu. 
Benjamin Netanyahu ise 2006 yılında yaptığı açıklama ile “İran’ın nükleer silah hırsına bir son verilmesi gerektiğini, herkesin bunu hemen durdurmak zorunda olduğunu açıklamıştı. “
Oysa ki Amerika, İsrail’in de askeri bir hareket düzenlemesine izin vermek istemiyordu. NSA ve CIA direktörleri ise “eğer ki İsrail Hava Kuvvetleri ile İran’a bir saldırı düzenlerse, mesafenin çok büyük olması, hedefin dağınık ve çetin ceviz olması gerekçesiyle askeri bir uçakla başlattıkları baskın,  Amerika’nın bitireceğini varsaydıklarını varsayacaklarını” belirtiyorlardı. Başka bir deyişle; saldırının amacının İran’daki nükleer silahı yok etmek olmadığını, Amerika ile İran’ın savaşa sokmak olduğunu düşünüyorlardı. 
İsrail ise  İran’ın nükleer programı konusunda endişeli olduğunu bunun çok doğal olduğunu kendilerinin o mahallede yaşadıklarını, Amerikalıların ise İran’dan binlerce kilometre uzakta olduğunu ifade ediyorlardı. 
Tüm bu yaşanan gelişmelerden sonra Amerika ve İsrail “İran’ın nükleer kabiliyeti gücünün olmaması” üzerine anlaştı. Anlaşamadıkları bunu nasıl başaracakları ve ne zaman harekete geçmeleri gerektiğiydi. Ahmedinejad “ahlaksızın kaynağı İsrail yeryüzünden silinecektir” derken İsrailli yetkililer “halkımızın yıkımı için çağrı yapan ülke liderlerini” çok ciddiye alırız diye açıklamalarda bulunuyorlardı. 
Bush hükümeti ise bu süreçte boş durmamış ”şu an verdiğimiz yeni bir savaş” diyerek ordularını yarının savaşları için dönüşümden geçirmeye başlamıştı. Ayrıca  döneminin sonuna doğru da Amerikan hükümetindeki insanlar Başkan Bush’a siber taarruz silahlarına para dökmesi için ikna ediyorlardı. Amerikan Savunma Bakanı Robert Gates bu programları incelediğinde programın Savunma Bakanlığında değil İstihbaratta gizli yetkililerin sorumluluğunda olması gerektiğini söylemişti.  Böylece bu programa ciddi bir şekilde CIA , Ulusal Güvenlik Teşkilatı ve İsrail’i birim 8200’de dahil edildi. ve Amerikan Siber Komutası adı altında askeri girişim oluşturuldu. Burada en ilginç olan ise Amerikan Ulusal Güvenlik Teşkilatı başkanının, Amerikan Siber komutanı olarak ikinci bir rolünün olmasıydı. 
Obama göreve gelir gelmez ise bütçede fazla kalemi siber saldırılar için ayırmıştı. Trump yönetimi ile birlikte Ortadoğu’da ki günümüz aktörlerinin rollerine bakacak olursak;
* İran nükleer anlaşmasının 2015’te imzalanması ile kilit rol oynayan AB, Amerikan hükümetinin 2018’de çekildiğini söylemesi ile birlikte diplomatik zafer ve prestij meselesi gördüğü olayda sekteye uğradı. İngiltere, Fransa ve Almanya ile birlikte “ticari faaliyetlere özel araç desteği” anlamına gelen INSTEX’de beklenen başarıyı gösteremedi. Böylece beklediği ekonomik kazanımı da sağlayamadı. 
* İngiltere ise Fransa ve ABD’nin 2009’da İran’ın Kum kentinin Fordo köyündeki tesiste gizlice uranyumu zenginleştirdiğini tespit ettiklerini açıkladı. İran ve ABD yetkililerinin, 2012’de nükleer program konusunda gizli görüşmeler yaptıklarını ve bunun 2013’te de yoğun bir şekilde devam ettiği ortaya çıktı. İngiliz donanması 4 Temmuzda 2019’da Cebelitarık boğazında İran’a ait bir petrol tankerine el koydu. İran’da 19 Temmuz 2019’da Körfez’de İngiliz tankerine el koydu. İngiltere’nin bir süre ali koyduktan sonra İran tankerini bıraktı. 
*ABD Trump hükümeti ile beraber 2018’de ülkesini İran’da nükleer anlaşmadan çektiğini, 2016’da alınan yaptırımların en güçlü şekilde yeniden hayata geçirileceğini açıkladı. 8 Nisan 2019’da İran Devrim Muhafızları Ordusunun, ABD’nin yabancı terör örgütleri listesine eklediğini duyurdu. 5 Mayıs 2019 da ABD Ulusal güvenlik danışmanı Bolton; Abraham Lincoln Uçak Gemisi Taarruz grubu gemisini bir bombardıman görev gücü ile birlikte körfeze yönlendirdiğin açıkladı. 23 Haziran 2019’da ABD yetkililerinin İran tarafından düşürülen İHA ya karşılık siber saldırı  düzenlediğini duyurdu. 29 Aralık 2019’da ABD İran’a misilleme olarak, Irak ve Suriye’deki Hizbullah Tugaylarının 5 üssünü hedef aldı. 3 Ocak 2020’de ise Bağdat’taki düzenlediği hava saldırısı ile General Kasım Süleyman’ı, Ebu Mehdi Mühendis ile İran askeri yetkililerden 10 kişiyi öldürdü. 
*Peki tüm bu aktörler iş başındayken İsrail’in hiç ortada görülmemesi en kilit noktayı tekrar sorgulamamıza sebep olmamakta mıdır?
*İran’ın en büyük müttefikleri Rusya ve Çin’in son gelişmeler ile düşük seviyede tepkiler göstermektedirler.
Tamda bu noktada yaşanılan  “Tahtlar Kavgasını” bir süre daha gerçekleşebilecek en çirkin senaryolar eşliğinde takip edecek gibi görünüyoruz...

 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
7 Yorum