Yaşar VURAL-Eğitimci

Yaşar VURAL-Eğitimci

EN UCUZ MUTLULUK: HÂLLEŞMEK

A+A-

Kimi hâl üzerine der, kimi ahvâl der. “Hâl”i eski bulanlar ona karşılık “durum” sözcüğünü türettiler. Ben “durum”un “hâl”in üzerinde eğreti durduğunu düşünenlerdenim. Amacım yeni bir dil tartışması açmak değil ama “hâl”imi izaha kalktığım zamanlarda içine düştüğüm durumdan bahsetmek istiyorum biraz.

 

Hâl ekine durum eki diyerek vaziyeti kurtardık belki ama, Türkçede “hâl”in geçtiği birçok deyim atasözü yahut birleşik kelimenin yerine “durum”u koyabildik mi? Birkaç örnek verelim; halden anlamak, hâli vakti yerinde, hali olmamak (takati kalmamak anlamında), halihazır, arz-ı hâl, kendi hâlinde, hâle yola koymak, halden bilmemek, hâlden hâle düşürmek …  “Hâl” sözcüğüne sırf Arapça kökenli diye düşmanca yaklaşmak ve onu dilden atmaya çalışmak ne kötü bir “hâldir” değil mi? Nihat Sami Banarlı, dilimize yerleşmiş yahut Türkçeleşmiş kelimelere karşı hasmane yaklaşan ve onlara karşılıklar türeten zamanın dilcilerine karşı çok mesai harcadı. Onun bu konudaki fikir ve makalelerini “Türkçenin Sırları” adlı kitabında bulabilirsiniz.

 

Bu yazıdaki amacımız uydurma Türkçecilere çatmak değildi aslında. Dilimizin zenginliklerinden olan “hâl” sözcüğünden atalarımızın türettiği “hâlleşmek” sözcüğü üzerinde durmak için böyle bir girizgâha ihtiyaç duydum. Çünkü “hâl”i ortadan kaldırınca “hâlleşmek” kelimesiyle de helâlleşmek gerekir sanırım. Bu kelime kulağıma yabancı değildi ama bir dost meclisinde “halleşmek” tabirini duyunca bu kelimeye hele bugünlerde ne kadar çok ihtiyacımız olduğunu düşündüm. Zira savaşların, kavgaların, toplumsal patlamaların, öfkelerin, acının ayyuka vardığı günümüzde “hâlleşme”ye ne kadar ihtiyacımız olduğunu daha iyi anlıyorum.

 

Hâlleşmek sözcüğünü TDK sözlüğünde bulamadım. (Daha doğrusu TDK’nın internet sitesinde) Kubbealtı Neşriyat’ın yayımladığı Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te “hâlleşmek” şöyle açıklanıyor: “Birbirine hâlini anlatmak, derdini dökmek, hasbihal etmek.”[1] Benzer anlamı Milli Eğitim Bakanlığının hazırladığı Örnekleriyle Türkçe Sözlük’te de bulmak mümkün.[2]

 

Atalarımız kelimeyi “sohbet etmek, dertleşmek” anlamlarında Türkçe eklerle türetmiş ve kendi gelenek ve yaşantılarında var olan “uzlaşı”nın modern tabirle söylemek gerekirse “empati”nin[3] (TDK Okul Sözlüğünde empati kelimesi “duygudaşlık” olarak açıklanıyor) dildeki karşılığını bir anlamda söylemişler. Birçok derde, soruna reçete olarak önümüze sürülen karşımızdakilerle “empati kurma” öğüdünü çoğu yerde duymuşuzdur. Özellikle rehberlik faaliyetlerinin olduğu derslerde, kişisel gelişimi destekleyen kitap yada TV programlarında bize “empati kurun!” tavsiyesinde bulunan psikolog ya da alanın uzmanlarını dinlemiş ya da okumuşuzdur. Oysa atalarımız bize uzlaşının, barışın, hoşgörünün reçetesini, “kendini başkalarının yerine koyma” durumu olarak açıklanan “empati kurma”yı Türkçenin söz varlığında bizlere asırlarca öncesinden miras olarak bırakmış. Bugün bize “empati kurmak” olarak pazarlanmaya çalışılan kendini başkalarının yerine koyma, ya da “başkalarının hâli ile hâllenme”yi onlar kadim çağlardan beri biliyor ve yaşıyorlardı. Bilinmeyen, yaşanmayan, yapılmayan bir şeyin dilde karşılığı olabilir mi? Böyle bir şey mümkün olamayacağına göre “empati kurma” hâli bizde çok eskilerden beri var.

 

İnsanlar “halleşmeyi” sözlüklerin tozlu sayfalarına terk edeli kişisel ve sosyal buhranlar her yanı bir ateş gibi sardı. Bu ateş çemberinden tutuşmadan çıkmak neredeyse imkânsız. Kendimizi nefsimiz ve benliğimizden ördüğümüz duvarların arasına hapsetmiş vaziyette sürdürmeye çalıştığımız hayatımızda, kendimizden başka hiçbir şeye öncelik vermeyişimiz, elbette sağlıklı iletişim kanallarının kapanmasına sebep olacaktır. Bencilliğimiz, kendi “hâl”imizi anlatmaya müsaade eder de karşımızdakinin “hâliyle hâllenme”yi pek akıl edemeyiz. Birisi bize derdini anlatsa, onun derdiyle dertlenmeden biz kendi derdimizi anlatmanın derdine düşeriz. Ya da dinliyor görünsek bile düşündüğümüz yine kendi “hâlimiz”dir. Karşımızdaki kim olursa olsun onu en iyi anlamanın yolu, kendimizi onun yerine koymaktır. Bunun için de hasbihal etmek yani “halleşmek” gerekir. Anlamak beraberinde anlaşmayı da getirecektir. Halleşmenin içinde “iyi bir dinleyici olmak, değer vermek, anlamak ve anlatmak” vardır. Bunların hepsinin tek bir eylem içinde yapıldığı başka hangi “hâl” var? Öyleyse “hâlleşme”nin olduğu yerde anlaşmazlık çıkar mı?

 

Hâlleşmeyi, sosyal yaşantımız içine tekrar döndürebilirsek birçok sıkıntımız da bu vesileyle kendiliğinde kaybolmuş olacaktır. Maddiyatın ve maddi zevklerin yok ettiği bazı duygular, eylemler tekrar sosyal hayatımıza dönerse modern hayatın getirdiği birçok bunalım ve buhran yok olacaktır.  “Hâlimizden anlayan” insanlarla örülü bir çevrenizin olması sizi mutlu etmez mi? İnsanlar yapay mutluluklar için ne büyük servetler harcıyorlar. Yine de mutluluğu bulamadıklarını söylüyorlar. “Halleşmek” ucuz ama çok değerli bir mutluluk kaynağıdır. Nasılsa her hâlde kazançlısınız. Bu eylemin kaybedeni olmaz, kötülük dışında…

 

Yaşar Vural

 

[1] İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Neşriyat, Kasım 2011, s. 464

[2] Örnekleriyle Türkçe Sözlük, Cilt 2, Komisyon, MEB yay. İstanbul, 2002, s. 1133

[3] Resimli Okul Sözlüğü, TDK yay. Ankara 2008, s. 463

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.