Yaşar VURAL-Eğitimci

Yaşar VURAL-Eğitimci

YÜZ YILDIR DİNMEYEN SIZI: BALKANLAR

A+A-

 

Türk milletinin tarihi, şeref sayfalarıyla dolu olduğu gibi, ızdırap ve hüzne gark olmuş sayfalarla da doludur. Tarihimiz içinde hüznü ve perişanlığı en çok yaşadığımız hadiselerin başında belki de Balkan Savaşları gelmektedir.

Osmanlı Devletinin kuruluşundan bu yana bir kale duvarı gibi bin bir sıkıntı ve bir o kadar da özenle koyduğu tuğlalar 18. Yy.dan itibaren bir bir yerinden sökülmeye başlanmış, Türk’ün ayak izleri Avrupa’dan ve Balkanlardan hızla silinmeye çalışılmıştır. Osmanlıdaki siyasi gerilemenin en acıklı ve hazin sonuçlarını Balkanlardan çekilişimizde yaşadık. Osmanlıdan bir bir kopan, önceki asırların müstemleke ancak 20. Yüzyılın bağımsız devletleri olan Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan ve Karadağ zayıflayan Osmanlıdan koparabildikleri kadar parça koparmak amacıyla saldırmışlar ve bunda da başarılı olmuşlardı.

 

Savaş, sadece kaybedilmekle kalmamış, Balkanlarda evlâd-ı Fatihâna (Balkanlardaki Türkler) yönelik büyük bir kıyım başlamıştı. Gölün suyunun çekilmesiyle bataklıkta boğuşan balıklar gibi hayatta kalma mücadelesi veren Balkan Türkleri, her türlü zulüm ve insanlık dışı uygulamalara maruz kalmış, Osmanlı yadigârı olmaları sebebiyle çoğuna hayat hakkı tanınmamıştı. Sırp ve Bulgar mezalimden kaçan Türkler, sersefil, perperişan ana vatana ulaşmışlardı. Olmayan bir Ermeni kıyımı için dünyayı ayağa kaldırmaya çalışanlar, Balkan Türklerinin uğradığı bu kıyımı nedense görmek istemezler. Daha yakın zamanda Bosna’da Sırp kasaplarının nasıl insan kestiklerini hatırlarsak bundan 100 yıl önce Osmanlının zayıflığından istifade eden Sırp ve Bulgar çetelerinin savunmasız Türklere neler yapabileceklerini daha iyi anlarız.

 

Sordum geçen yaralıya: Vatanı...

Cevap verdi nuru sönmüş gözleri.

-Kör olaydım, görmeyeydim ben anı-

Ateş saldı yüreğime sözleri:

 

Kartal basmış, ıssız kalmış yuvalar,

Bülbül susmuş, gül kurumuş bağında...

Damlar çökmüş, şehit dolmuş ovalar,

Çağlayanlar kan köpürmüş dağında...

 

Ağla bülbül! Çok zehir var dilinde

Türk kalmamış koca Urumelin’de...

 

Evet, böyle feryat ediyor Aka Gündüz “AH” adlı şiirinde. Balkan diyarından bu geri çekiliş, bu terk ediş hatta bu kaçış bırakın insanı dağı taşı bile ağlatmıştır.  Bülbül susmuş, güller kurumuş, ocaklara, yüreklere ateş düşmüş. Vatan topraklarını eşkıyalara bırakıp, kağnı sırtında , yahut yalınayak Anadolu’ya dönmek, elbette dönüşlerin en acısı, en onur kırıcısı olmuştur. Şairlerimiz bu bozgunu elbette nakşettiler mısralara ancak, millet ve devlet olarak yaptığımız hataları da yüzümüze vurarak! “Türk kalmamış koca Urumeli’nde” yahut:

 

“Çan sesleri, ezan seslerini susturmuş

Müslümanlık, Osmanlılık utansın”

 

sözleri elbette izlenen yanlış politikalara,  zayıflıklara bir isyandır.  Güçlü bir Osmanlının varlığında huzur bulan Balkanlar , Osmanlının çöküşüyle beraber daha hâlâ aradığı huzuru bulamamıştır. Ve oralar yüz yıldır bize, bizim türkülerimize hasrettir. Üsküp, Kosova, Vardar,  Kalkandelen, Ohri ve bizden izler taşıyan daha nice  Türk şehri…  Türk’ün sokaklarına, kaldırımlarına, dağlarına, taşlarına kazıdığı mührü, kazıyıp atmak isteyen haçlı zihniyeti yüz yıldır amacından hiç vazgeçmedi. Oysa Yavuz Bülent Bakiler’in  dediği gibi:

 

Balkanlarda büyük, öksüz kubbeler
Minareler, şadırvanlar, kervansaraylar
Bizi söyler, anlatır Mimar Sinan’dan beri
Üsküp’te, Estergon’da, bir atar damar gibi
Davullar, zurnalar ve serhat türküleri…

 

Balkanlar  hep bize hasretti…

 

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.