Savaş ve Gıda: Küresel Sonuçlar Çağı
Savaşlar genellikle cepheler, haritalar ve askeri kapasite üzerinden değerlendirilir. Bu okuma alışıldık bir refleks olsa da artık eksiktir. Haritalar, bütçeler ve birlik sayıları savaşın yalnızca görünen yüzünü anlatır. Oysa derin tablo tarlada başlar, gıdada biter.
Bu gerçek tarihe yabancı değildir. Birinci Dünya Savaşı’nda tahıl ablukaları Avrupa’da açlık isyanlarını tetiklemiş, İkinci Dünya Savaşı’nda gıda karneye bağlanarak devlet ile vatandaş arasındaki ilişki yeniden tanımlanmıştır. 1970’lerdeki küresel gıda ve enerji krizi ise Afrika’dan Orta Doğu’ya kadar birçok ülkede siyasal kırılmaları hızlandırmıştır. Tarih defalarca aynı şeyi göstermiştir: Gıdayı kaybeden, yalnızca savaşı değil; toplumsal dengeyi de kaybeder.
Bugünün çatışmaları artık yalnızca askeri ya da politik sonuçlar üretmiyor. Küresel gıda sisteminin ne kadar kırılgan olduğunu açığa çıkaran yapısal bir krize dönüşmüş durumda. Savaş, harita çizgilerini yerinden oynatmakla kalmıyor; üretimi durduruyor, fiyatları patlatıyor, toplumları açlığa sürüklüyor ve zorunlu göçü tetikliyor. Üstelik bu yıkım yalnızca bombalarla gerçekleşmiyor.
Gıda, finansal piyasalarda da savaşın parçası hâline gelmiş durumda. Tarım emtialarının borsalaşması, vadeli işlem piyasaları ve spekülatif dalgalar, çatışmaları binlerce kilometre öteye taşıyor. Çünkü gıda artık yalnızca üretilen bir ürün değil; finansallaştırılmış bir emtia (financialized commodity). Yani değeri tarlada değil, ekranlarda belirlenen; toprakla değil, grafiklerle hareket eden bir varlık. Böylece gıda, savaşın fiziksel alanından çıkıp finansal piyasalara taşınıyor.
Bu dönüşüm soyut değil, son derece somut sonuçlar üretti. 2007–2008 küresel gıda krizinde buğday, mısır ve pirinç fiyatları üretim maliyetlerinden koparak hızla yükseldi. Büyük finansal fonların emtia endeksleri ve vadeli işlem sözleşmeleri (futures contracts) üzerinden piyasaya kitlesel girişi, açlığı coğrafyasından koparıp küreselleştirdi. 2022’de Ukrayna savaşı henüz fiilen sevkiyatları durdurmamışken, algoritmik işlem sistemleri (algorithmic trading) savaş haberlerine saniyeler içinde tepki vererek buğday fiyatlarını şişirdi. Kıtlık sahada değil, ekranda büyüdü.
Asya’da pirinç piyasalarında henüz gerçekleşmemiş ihracat kısıtlamaları ve iklim beklentileri fiyatlara önceden yansıtıldı. Afrika’da ise ürün fiziksel olarak mevcut olmasına rağmen, küresel endekslere bağlı fiyatlama mekanizmaları nedeniyle erişim çöktü. Bu tablo açıkça gösteriyor: Gıda artık fiilen değil; beklenti, oynaklık ve piyasa algısı üzerinden silaha dönüşüyor. Bugün gıdanın fiyatı ve erişilebilirliği yalnızca maddi müdahalelerle değil, otomatik finansal işlemler ve piyasa beklentileri (market expectations) üzerinden belirleniyor.
Silahlı savaşların yanına, hatta kimi zaman önüne, borsa savaşları eklenmiş durumda. Bu savaşlarda cepheler devletler arasında değil; küresel fonlar, algoritmalar ve finansal beklentiler arasında kuruluyor. Kaybeden ise üretici, çiftçi ve gıdaya erişmeye çalışan toplumlar oluyor. Yükselen fiyatlar yalnızca üretim kaybıyla açıklanamaz; belirsizliğin finansal piyasalarda büyütülmesi, krizi yerel olmaktan çıkarıp küresel bir sisteme dönüştürüyor. Bu düzen çiftçinin emeğini ya da toplumların kırılganlığını değil; yalnızca finansal risk ve volatiliteyi ölçüyor.
Bu finansal dizaynla eşzamanlı olarak, silahlı savaşlar da bazı coğrafyalarda hız kesmeden devam ediyor. Sudan’da iç savaş tarımsal üretimi çökertmiş, milyonlarca insanı gıdaya erişemez hâle getirmiştir. Gazze’de ekilebilir tarım alanlarının neredeyse tamamı kullanılamaz durumdadır; üretim dış yardıma bağımlı hâle geldikçe gıdaya erişim daha da daralmaktadır. Suriye’de on yılı aşan savaş ve derinleşen ekonomik çöküş, buğday gibi en temel ürünleri bile ulaşılamaz kılmıştır. Afganistan’da çatışma, kuraklık ve yoksulluk iç içe geçerek milyonları kalıcı gıda güvensizliğine mahkûm etmiştir. Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nde yıllardır süren silahlı çatışmalar, son derece verimli topraklara rağmen devasa bir nüfusu açlık sınırında tutmaktadır. Yemen’de ise savaş ve abluka, gıdayı doğrudan bir baskı ve kontrol aracına dönüştürmüştür.
Bu coğrafyalar yalnızca çatışma alanları değil; üretimin fiilen durduğu, toprağın işlenemediği ve gıdanın erişilemez hâle geldiği kırılma sahalarıdır. Çiftçi tarlasını terk ettiğinde yalnızca üretim değil, bilgi de kaybolur; ekosistem telafisi güç hasarlar alır. Gıda üretimi çöktüğünde ayakta kalan bir toplum olmaz. Dengeli ve sürekli üretim olmadan güvenli bir geleceği tasarlamak mümkün değildir.
Gıda kaybı yalnızca açlık yaratmaz; zorunlu göçü de tetikler. Yerinden edilen nüfuslar yeni coğrafyalarda demografik baskı, toplumsal gerilim ve siyasal kırılganlık üretir. Bugün göç artık yalnızca insani bir mesele değil; doğrudan gıda temelli bir güvenlik sorunudur. Bu durum literatüre “gıda kaynaklı zorunlu yer değiştirme” (food-induced displacement) kavramıyla girmiştir.
Bir ülkede üretim durduğunda, başka bir ülkede sınırlar zorlanır.
Gıda, bu yönüyle küresel sistemin en kritik risk başlıklarından biri hâline gelmiştir.
Bugün gıda politikası yapmayan ülkeler, yarın göç politikası da yapamaz.
Tarımı piyasanın dalgalarına bırakan devletler, güvenliği de piyasanın insafına terk etmiş olur.
Gıda meselesi artık teknik bir başlık değil; açık bir egemenlik meselesidir.
Burada özellikle altı çizilmesi gereken bir gerçek vardır: Ulusal varoluş meselesi, seçim metaforlarıyla araçsallaştırılamaz. Savaş, yalnızca yaşandığı coğrafyayı değil, insanlığın tamamını etkileyen bir yıkımdır. Gıdaya verilen zarar, iktidar–muhalefet ayrımı tanımaz; ülke ve toplum ayırt etmez. Güney yarımkürede yaşanan bir çatışma, kuzey ülkelerindeki refahı tehdit eden zincirleme sonuçlar üretir. Bir yerde kesilen üretim, başka bir yerde fiyat artışı, istikrarsızlık ve toplumsal huzursuzluk olarak geri döner. Bugünün savaşlarında kazanan yoktur; gıdayla bozulan denge, herkesi kaybedenler listesine yazar. Ve maalesef bu savaşların en ağır cephesi gıdadır.
Bu nedenle gıda güvenliği, tarım politikaları ve üretim kapasitesi artık teknik başlıklar değildir. Doğrudan küresel ve ulusal güvenliğin parçasıdır. Toprağını koruyamayan, üretimini sürdüremeyen ve gıdaya erişimi piyasa dalgalarına terk eden ülkeler yalnızca ekonomik güç kaybetmez; siyasal egemenliklerini de aşındırır.
Bugünün savaşları en kalıcı hasarı gıdada bırakıyor. Gıdada bozulan denge ise dünyayı, birlikte kaybeden bir düzene sürüklüyor.
Gıda gelecek değildir; geleceğin geleceğidir.
Bu yazı köşe yazısıdır, yazarın görüşlerini yansıtır.


YAZIYA YORUM KAT
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.