Karagöz: "Adam olmak zor zanaat, bedel ister"

Karagöz: "Adam olmak zor zanaat, bedel ister"

Saadet Partisi Samsun Milletvekili Adayı Süleyman Karagöz milli görüşçülere Mustafa Kayra`nın yazısı ile seslendi.

A+A-

Adam olmak zor zanaat. Bedel ister. Zor dönemler, koşullar, şartlar, yoksunluklar, yoksulluklar, mengene gibi sıkar insanı. Ancak adam olan her bir zorluğun üstesinden gelebilecek iradeye sahip olan insan demektir.

 

Adam olmak zor zanaat. Çoğu zaman dış sorunlar kuşatmaya çalışır, bazen iç sıkıntılar nefesini keser ama adam dediğin her daim bütün olanları bir imtihan penceresinden görebilen ve mücadeleden asla vazgeçmeyen dava adamı demektir.
Bazen yenik düşer kimileri, kendilerini kuşatan özde küçük ama sözde büyük problemlere. Savrulurlar bir yaprak gibi kendi sonbaharlarında. Bir sağa bir sola yalpalanıp dururlar. Her bir bulundukları yeri salim bir liman zannederler ama içlerindeki ürperti, endişe, korku her daim gölge gibi peşlerindedir. Bu korku öyle bir çevreler ki ruhlarını, “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak” diyenlere, mezarlık kenarından geçerken ıslık çalıp korkularını gidermeye çalışanlar gibi seslerini yükseltir, bu yolla korkularının yok olacağı zannına kapılırlar ama nafile korku ruhlarının ayrılmaz bir parçasıdır artık. Hülasa adam olmak zordur. Yürek ister, fedakârlık ister, diğergâmlık ister, duruş ister.


Bazen bir politikacıdır onlar. Ekranların renkli ışıklarının altında, kırmızı plakaların verdiği güçle, gerdanlarını kırarak büyük büyük laflar ederler. Öylesine büyük konuşurlar ki, sanki bütün olaylar, onların kontrolünde gelişiyor gibi zannedersiniz. Oysa onlar “At yarışı spikeri” gibi sadece ortaya çıkan sonuçları, yüksek sesle dile getirmekle meşguldürler. “Güç zehirlenmesi” ile kendilerini “La Yüs’el” görürler. 
Adalet, hakkaniyet, mesuliyet, liyakat, ehliyet, dirayet, feraset gibi birçok değeri dumura uğratmışlardır. “Emaneti ehline veriniz” hitabının muhatabı sanki kendileri değilmiş gibi hareket eder, varsa yoksa ellerine geçirdikleri imkânların, gücün, makamların, paranın elden kaymaması için mücadele ederler. Söze geldiğinde mangalda kül bırakmazlar ama aslında devenin hamutu bile doyurmaz gözlerini. Milletin verdiği vekâleti öylesine hoyratça kullanırlar ki, bir süre sonra millete dikte eden, tahakküm eden bir kimliğe bürünürler. Yolsuzluk sözünü duyduklarında, “alın size yol” diyecek kadar milleti manipüle etmeyi iyi becerirler. Yani kuru bir yaprak gibi bir sağa bir sola savrulmuşlardır artık.


Bazen bir ilim adamıdır onlar. Çook eski zamanlarda, acaba üstadımız bu konuda ne der diye bir başvuru kitabı gibi, ilk kulak verilenler ve her daim hürmet ile mukabele edilenlerdi. Ancak bunlar bile öyle bir noktaya gelmişlerdir ki, “Yolsuzluk başka, hırsızlık başkadır” diyerek geçmişlerini bir kalemde silip atabilirler. Kalemlerinin mürekkebine şahadet elbisesi giydirmeleri mümkünken, bu kalemlerini yolsuzluklara, usulsüzlüklere cevaz vermekte kullanırlar.


Bazen bir gazetecidir onlar. Ellerine tutuşturulan köşelerde öylesine bir kalem oynatırlar ki, yaptıkları değerlendirmelerin insanlığı içinde bulunduğu buhrandan kurtaracak yegâne çözümler gibi sunarlar. Oysa – bazılarını tenzih edelim- birçoğu ay sonunda banka hesap cüzdanlarına düşen dolarlar kadar adamdırlar. Çok değil iki yıl içinde aynı konu, kişi, kurum, olay, gelişmelerle ilgili taban tabana zıt yorumları, aynı heyecan! ile onların köşelerinde bulabilmeniz mümkündür. Bir de ekranlarda boy göstermeyi çok severler. Arada bir kameraya göz kırpar ve kendilerini adam! edenlere bağlılıklarını ifade etmekten haz duyarlar.  


Bazen bir STK’dır onlar. Adı üstünde “Sivil” olması gerekirken “Sarı STK” olmuşlardır. “Sivil” sıfatı üzerlerinde aslında bir yük gibidir. Daha düne kadar gönüldaşlarının verdikleri 3-5 kuruşla yaptıkları hizmetler, ülkemizde ve bütün dünyada ses getiriyorken, bugün hesap numaralarındaki örtülü rakamlar aslında onların hizmetlerindeki rahmeti, bereketi mumla aratır olmuştur.  Batılılar STK’ları NGO olarak isimlendirir, “Non-Governmental Organizations” derler. Yani “Hükümet ile bağı bulunmayan, hükümet dışı” kurumlar olarak nitelendirirler. Bizimkiler ise olabildiğince hükümet ile iç içedir. Kullanımlarına sunulan bir bina, şuradan buradan aktarılan kaynaklar ile caka satar, bu devranın hep böyle süreceğini zannederler. Sonra da atılan yanlış adımların, toplum üzerindeki etkisini azaltmak adına tetikçi vazifesi görürler. Alan açar, kendilerine sağlanan olanakların bedelini “Yarı Resmi” hüviyete bürünerek öderler. Kendilerine verilen emanete sahip çıkamadıkları gibi dejenerasyon yangınına odun taşımaya devam ederler.
Bazen bir tarikat, cemaat dini gruptur onlar. Bunca yıllık ezilmişliğin ve horlanmışlığın verdiği psikolojik baskıyla, ellerine geçirdikleri her imkânı “Kazanılmış Kale” olarak görürler. Bazılarını tenzih edelim, birçoğu için tarikatları, cemaatleri, Allah Korusun, her şeyin önüne geçer olmuştur. İmkânları ellerinden gitmesin diye varlık sebeplerini inkâr eden her türlü adımı atmaktan imtina etmezler.
Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamber “Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi sende başkasına yapma!” diye uyarır ama öylesine bir “Dünyevileşme” temayülü vardır ki, artık bir ticarethane gibi adam alır adam satarlar. Kutsal kitap “Zinaya yaklaşmayın” der, sonra zina yasal hale gelir, sen uyardığında ise “Yapmayıversinler canım” “Alan razı veren razı” derler. Üstadın sesi bile uyandırmaz onları;


Geçenler geçti seni, uçtu pabucun dama, 
Çatla Sodom-Gomore, patla Bizans ve Roma 

 

Sonra Yaradan ” Ve O, yaşatan ve öldürendir; gecenin ve gündüzün değişmesi O’nun eseridir. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız?” buyurur onlar ise insanlar akıllarını kullanmasın diye olmadık açıklamalar yapar, olmadık ilişkiler içine girer ve kanına girdikleri insanların vebaliyle baş başa kalıverirler.


Ayrıca kimse tarihteki şahsiyetleri bugüne taşırken, kıyaslama yanlışına düşmesin. Bütün dünya Abdülhamit’e karşıydı bugün de durum budur diyerek kendisine paye çıkarmasın. Eğer illa kıyas yapacak isek birileri de çıkar bugün işbaşında olanlar için İttihat ve Terakki’yi hatırlatır başında bulunanları ise Enver, Cemal ve Talat’a benzetebilir. Şunu da ifade edelim. Enver de diğerleri de vatanperver insanlardı. Ancak bindikleri dolmuş onlara öyle bir vebal yükledi ki, yola çıktıklarında ellerinde Osmanlı diye bir devlet vardı sonra dolmuş son durağa ulaştığında ise, ellerinde ah ile vah ile serzenişler ve pişmanlıklar kaldı.


Şimdi diyeceksiniz ki, iyi de hepsini savurdun gittin, kim kaldı geriye. Yapmak istediğim aslında bir şok tedavisidir. Aslında bir kardeşleri olarak onları uyarmak ve bugünün yarınının da olduğunu hatırlatmaktır. Sözlerimin birçoğu aslında kendi nefsime de yaptığım uyarılardır. Her birimiz hata yapabiliriz ama hatada ısrar etmemiz doğru bir davranış olmaz. Nefislerimiz engel olsa da, bu mücadelede mağlup olmamalıyız. Hatalarımızı kimseye itiraf etme zorunluluğumuz da yok. Bazen susarak çok şey anlatabiliriz. “Gaflet ile ihanet arasında, niyet farkının olduğunu ama sonucun değişmediğini” unutamayız.


Bu gidiş uçuruma koşar adım gidiştir. Bu yanlışlara dur demek, bizi bu duruma getirenlere, bu millete, bu ümmete karşı tarihi bir sorumluluktur. Durduğumuz yer de bu sorumluluğumuzun farkında olduğumuzun ispatıdır.

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.