Şükran AKGÜN

Şükran AKGÜN

GERÇEKLİK BİR SEÇİCİLİKTİR

A+A-

Modern çağın birçok özelliği vardır. Zaman hızlı akıp geçer. Teknoloji inanılmayacak kadar gelişmektedir. Artık savaşlar biyolojik silahlarla gerçekleşir. Ancak fark ettim ki modern çağla beraber kutuplaşmada hızla yayılmaktadır. Hem de öyle böyle değil. Her yerde, her alanda…

Çok fazla sosyal medya kullanıyor, televizyon izliyor ve kendimizi bu mecralardan besliyoruz. Oysa ki yaşadığımız çağın getirisi ile birlikte bu mecralarda bilgi akışının çok fazla olmasının bizleri kutuplaştırdığını fark etmiyoruz. Çünkü asl olanın bilgi değil bilgiyi yönetebilmek olduğunu bilmiyoruz. O kadar çok bu alanlarda vakit geçiriyoruz ki gerekli gereksiz tüm bilgilerden; bilgiyi yönetemiyor, mukayese yapamıyor, yaradılış gereği aklımızı kullanarak, okuyarak, fikirlere sahip olarak aydınlanamıyoruz. Ama son zamanlarda toplumca o kadar çok bilgileri yönetmeden fikir sahibi olanlardanız ki buda bizim inanılmaz kutuplaşmamıza neden olduğu kanaatindeyim.

Arkadaşlarımı, eşimi, dostumu gözlemliyorum. Herkes kendi fikrine yakın kanalları izliyor, kendi fikirlerine yakın siteleri takip ediyor. O kadar radikal bunu yapıyoruz ki bazen aynı haberi, resmi herkesin kendi çıkarları doğrultusunda bizlere servis edildiğini bile fark edemiyoruz. Ve ne yazık ki kutuplaştırarak bizleri bölmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürdüğümüzü bile fark etmiyoruz.

Devamlı bağırıyoruz. Bağırarak konuşmasak birbirimizi duyamayacağımızı sanıyoruz. Hâlbuki ki bağırdığımız zaman birbirimizi anlamıyoruz. Aynı şeyleri söylediğimiz halde, bağırdığımız için, ama en önemlisi sen şusun ben buyum diyerek birbirimizi yaftaladığımız için, aynı şeyleri savunduğumuzu bile fark etmiyoruz. Ve tabi en büyük eksikliğimiz sorgulamıyoruz. Bazen bana inanılmaz bir biçimde idrak yollarımız kapanmış yaşayan ölüler gibi oradan oraya savruluyormuşuz gibi geliyor.

Tartışma programlarına birçok akademisyen çıkıyor. Herkes kendi fikrine yakın söyleyeni sahipleniyor. Öyle ya benim bulunduğum kutbu destekliyor. Bu benden. Önemli olan söylemesi. Gerisi o kadar önemli değil. Nasıl olsa bireysel olarak hepimiz her şeyi biliyoruz. Hâlbuki önce bir akademisyeni tanısak. Mesela uzmanlık alanı ne? Akademik çalışmaları neler? Öyle ya ne yazmış bu akademisyenler? Bilime akademik çalışmalarıyla ne katkıda bulunmuşlar? Çalışmalarının yetiştirdikleri öğrencilere, topluma ne faydası olmuş? Bu makaleleri, bildirimleri nerede yayınlanmış? Çalışmaları para karşılığında mı yayınlatılmış yoksa hakem heyetinde değerlendirilmiş, alanında önemli yere sahip akademik dergilerde mi yayınlatılmış?

Dikkatimi çekiyor, tartışma programlarında alıyorlar karşılarına bir harita başlıyorlar anlatmaya. Yahu hangi ara strateji uzmanı, hangi ara asker, hangi ara terör uzmanı oluyorlar ben gerçekten şaşkınlıkla izliyorum. Bu arada da aklıma hemen Napolyon geliyor.

Fransa hükûmet ricalinden biri Napolyon’un bir muharebede tenkide kalkışıp parmağını harita üzerinde gezdirerek:

- Önce şurasını almalıydınız, sonra buradan geçerek ötesini zapt etmeliydiniz, gibi fikirler belirtmeye başlayınca, Napolyon:

- Evet, demiş. Onlar parmakla alınabilseydi dediğin gibi yapardım.

Bizde maşallah daha coğrafyayı tanımadan, daha konularla ilgili devlet erkanları nihai hedeflerinin ne olduğunu açıklamadan başlıyoruz anlatmaya. Sonra da kendi düşüncemize en yakın olanı başlıyoruz alkışlamaya. Diğerlerinin ne söylediğini anlamak dahi istemiyoruz. Kesin o anlamsız konuşuyordur.

Peki ya din. Açıp okumuyoruz. Gerçi okusak da kendimize göre yorumluyoruz. Asıl anlatılanı anlamak dahi istemiyoruz. Camilerde başlıyoruz hutbe vermeye. Başlıyoruz bize yakın çevrelerde konuşmaya. Tamam diyoruz. Tamam. Doğru bu. Ama Yaradan’ın biz kullarına ne söylediğini, sırları anlamak adına

karşımızda ki ne söylüyor, ne anlatıyor, farklı bir bakış açısı var mı diye bırakın mukayese etmeyi, anlamak istemeyi, gerçekten ilgileniyor muyuz onu da bilmiyorum.

Hâlbuki yine bilmiyoruz. Gerçek bir tane. Doğru ise dünyada yaşayan insan sayısı kadar. Gerçeği değil kendimize en yakın doğruyu arıyoruz.

Eline mikrofonu alan konuşuyor, eline kalemi alan yazıyor…

Oysa ki hem dinimiz hem de bilim cehaleti ayıplamadı mı? Cehaleti kınamadı mı?

Tüm bu sebepler; din kardeşlerimizle, Türk milleti olarak birliğimiz beraberliğimize her geçen gün daha derin yaralar açmakta. Kapatmadığımız, kapatamadığımız yaralar. Kapatmaya çalışırken farkına bile varmadan kanattığımız yaralar.

Oysa ki birlik sayesinde bizler daha da güçlüyüz. Bireyselleşmeye, birbirimize stratejik hamleler yapmaya gerek yok. Vakit bizim gibi düşünmeyenlerle ve muhalefet olanlarla “biz beraberiz” demek vakti.

Ama en önemlisi “benim gücüm hepimizin gücü, benim bildiğim hepimizin bilgisi” deme vakti.

Birlikteliği korumak içim var gücümüzle elimizden geleni yapmaya çalışma vakti.

Bu gerçekler şahsımı daha fazla çalışmaya eviriyor.

Halk olarak da yönümüzü bu gerçekliğe evirmek hepimizin menfaatine olacaktır.

Şehitlerimize Yaradan’dan rahmet, acılı ailelerine sabırlar ve gazilerimize de acil şifalar diliyorum.

Şehitlerimiz nedeniyle buruk yaşadığımız, ekonominin paydaşı olan ve geleceğe değer katan, mensubu olmaktan onur ve gurur duyduğum mesleğimizin uygulayıcıları olan tüm meslek büyüklerimin ve meslektaşlarımın 1-7 Mart Muhasebe Haftasını kutluyorum.

Yaradan yar ve yardımcımız olsun…

Önceki ve Sonraki Yazılar

YAZIYA YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
4 Yorum