TÜRKÇEYİ “BİP”LEMEK

Yaşar VURAL-Eğitimci

 

İletişim unsurları içinde medyanın özellikle de görsel medyanın önemli bir yeri vardır.

 

Bu iletişimde mesaj doğrudan doğruya izleyicinin dimağına ve kalbine işliyor. Dolayısıyla izleyiciler üzerindeki etki gücü de daha fazla oluyor. Özellikle Türkiye gibi televizyon izlemeye çok zaman ayıran ülkelerde televizyonun iletişimdeki etkisi çok daha belirgin ve güçlü oluyor.

Sözü çok uzatmadan asıl meseleye geçelim. Son dönemlerde televizyon yapımcıları en fazla dizi sektörüne yöneliyor, ulusal kanallarda izlenme oranları oldukça yüksek diziler çekiliyor. Komedi, dram, aile dizisi, gençlik dizileri gibi değişik kategorilerde bir kanalda üç beş dizi kendine yer buluyor. Bu diziler genellikle insanların en fazla Televizyon izledikleri saatlerde yayına veriliyor. Bu da prime time dedikleri akşam saatleri oluyor. Bunca dizi arasında insanlar her gün kendilerine uygun bir ya da birkaç dizi bulabiliyorlar. Hatta aynı ev içinde diziler savaşı da yaşanabiliyor. Aile bireylerinin zevk ve ilgilerine göre kendi dizilerinin olması televizyon ya da televizyonların paylaşımı noktasında sorunlar doğurabiliyor. Bu sebeple bir evde artık birden çok televizyonun olması da çok normal karşılanıyor. Ama aile içi iletişimin kopmasında bu durumun göz ardı edilmemesi gerektiğini düşünüyorum.

Aile bireyleri iç savaşın ardından kendi köşelerinde dizileriyle baş başa kaladursun, biz işin bizi ilgilendiren kısmına geçelim. Televizyonlarda Türkçenin özensiz kullanımı özellikle son yıllarda oldukça arttı. Eğlence programlarından, sinema ve dizilere varıncaya kadar dil kirliliği ya da bilindik tabirle sokak ağzı kullanımı göze çokça çarpmaya başladı. Gerek özel Televizyon kanalları gerekse TRT’nin kanallarında yayınlanan eğlence programları ve dizilerde bayağı, argo ve kirli bir dil kullanımı yaygınlaşıyor. Dram ve aksiyon, macera dizilerinde sahneleri inandırıcı kılmak için karakterlerin rolüne uygun konuşturulabilmesi endişesi, beraberinde dilin özensiz ve kötü kullanımını da getiriyor. Söz gelimi dizilerdeki sokak adamlarının ya da mafya tiplemelerinin sergiledikleri davranışlar kullandıkları Türkçe her anlamda olumsuz örnek oluşturmaktadır. Alıcısı çok olan bir malın satıcısı da çok olur misali şiddeti normalleştiren dizilerin birinin tutması, örneklerinin de çoğalmasına sebep oluyor. Devletin televizyonu dahi mafya dizilerine milyonlarca lira yatırım yapabiliyor. Çok çabuk öfkelenmeler, çok rahat adam öldürmeler, galiz bir şeklide küfür etmeler, sürekli argo konuşmalar bu dizilerin ortak özellikleri arasında. Aksiyon ve heyecanı diri tutmak amacıyla başvurulan vurdu kırdı sahnelerinin sıklığı, sürekli yüksek tonda konuşma, bağırma; “Lan, it, s..ktir, b.k, şerefsiz, kahpe, o… çocuğu, p..venk, ….” gibi daha birçok argo ve küfrü tekrarlayıp tekrarlayıp söyleme gibi durumlar bu dizilerin izleyicilerde hiçbir olumlu etki yaratmadığının işaretidir. Sadece mafya, polisiye dizilerinde değil komedi dizilerinde de aynı durum söz konusu. Güldürme unsuru ince mizahî söylem ya da basit esprilerden çok doğrudan doğruya argo hatta küfürle sağlanmaya çalışılıyor. Unutmamalı ki bu dizilerin izleyici kitlesi sadece yetişkinlerden oluşmuyor. Ülkemizde 8 yaşındaki bir çocuğun da artık bir dizi bağımlısı olduğu bilinirse, televizyon ekranlarında gösterilen bu programların olumsuz etkisinin ne denli büyük olabileceği daha iyi anlaşılacaktır. Günlük hayatta çok sık kullanılan “lan, olum (oğlum), şerefsiz, it, çakal” gibi kelimeleri bir yana bırakalım dizilerde artık aleni küfür edilmekte ve bu küfürler “bip”lenerek gizlenmeye çalışılmaktadır. Aslında ona gizlemek değil, daha bir çekici kılmak denmeli. Çünkü oyuncunun ne söylediği ne kadar çok iyi anlaşılmaktadır. Dizinin birinde kahramanın “Ben bunu nereme sokayım şimdi, ………memi sokayım” şeklinde konuştuğunu duyan bir izleyici, malum sözcüğün bir yerinin  “bip”lenmiş olmasıyla mı kandırılmış olacak. Bunun gibi örnekleri çoğaltmak mümkün. Ancak bu örneklerin çokluğu, bizde televizyonculuğun iyi yerlere doğru gitmediğinin ve iyi bir denetim olmadığının işaretidir.

Diziler konusundaki bu ve buna benzer eleştirilere yapımcı ve sanatçıların; “Argo halkın arasında yaşıyor, doğal olmak lazım” veya “ Her yapımda eğitici bir yön aramak yanlış, sanat ille de ahlak kuralları aşılamak zorunda değil” gibi ifadelerle kendilerini savunduklarını görüyoruz. Evet, sanat eserlerinin sürekli bir eğitici yönü olması gerekmez, elbette estetik ve zevk verici tarafları da vardır. Ancak sinema, tiyatro, roman, hikâye gibi sanat eserleri bir yana bırakılırsa toplumun bütün kesimine hitap eden televizyonların ahlâki ve eğitici kaygılardan uzak olmaması gerekmektedir. Özellikle en çok televizyon izlenen saatlerde ekrana getirilen programlarda daha özenli ve dikkatli bir dil kullanılması, yazılan senaryoların izleyici kitleleri düşünülerek hazırlanması gerekmez mi? Şark kurnazlığının tipik bir örneği olarak film ve programlardan önce RTÜK’ün belirlediği ve birkaç saniye ekranda görünen akıllı işaretlerin (7+, 13+, 18+ ve genel izleyici) gösterilmesi acaba televizyoncu ve yapımcılar olarak sizleri sorumluluktan kurtarmış mı oluyor? Bu sorular vicdan sahibi yönetmen ve yapımcılara bir şeyler hatırlatmalı.

Okullarımızda, örgün ve yaygın eğitim yapılan bütün kurumlarda güzel ve temiz bir Türkçenin kullanılması, yaygınlaştırılması mücadelesi verilirken; ey yapımcılar, ey senaristler, sizler neyin mücadelesini veriyorsunuz? Duru, güzel, temiz ve daha nice sıfatlar bulabileceğimiz Türkçemizin sokaklarda, tabelalarda kirlendiği yetmiyormuş gibi televizyonlarda kirletilmesi  size farklı bir şöhret mi kazandırıyor? Hesapsızca tüketimin olduğu dünyamızda, popüler kültür de çok çabuk ve fazla tüketiliyor. Popüler kültürün yaygınlaşmasında, özendirilmesinde medyanın özellikle de televizyonların büyük etkisi var. Bu etkiyi kestiremeyenler, topluma ne denli kötülük yapmış olduklarının farkına varamıyorlar. Kötünün iyiden önce hedefe vardığını ve çok daha kalıcı olduğunu uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Ancak televizyon vasıtasıyla evlerimizin içine kadar giren kötü örnekler yarın bir gün sokağa yansıyor. Bu yansıma her anlamda olabileceği gibi en başta dil alanında görülmektedir. Akşam televizyonda gördüğünü ertesi gün arkadaşına satmaya çalışan çocuklar, farkında olmadan bayağı kültürün (buna kültür demek ne derece doğrudur bilemiyorum) taşıyıcısı, yayıcısı durumuna düşüyorlar. Sadece çocuklar değil aynı durum yetişkinler için de söz konusudur.

Çirkin, kaba saba, bayağı sözcük ve sözlerin kullanımı güzel düşünmenin, olumlu davranış geliştirmenin de önüne geçmektedir. Bu yüzden televizyonlarda senaryo gereği de olsa çirkin, kaba saba sözlere ve biraz da argoya çok sık başvurmamalıyız. İnsanlar üzerinde etkileri olan kişilerin onlara karşı sorumluluğu da vardır. Bu sorumluluk, daha dikkatli davranmayı gerektirir. Sırf izlenme oranlarını arttırabilmek adına Türkçenin kötü kullanım sınırlarını zorlamaya gerek var mı? Daha temiz Türkçe ile de bu başarılabilir ve bunun örnekleri de çok. Türkçeyi “bip”lemeden kullanmak ve televizyonlarda “bip”li Türkçe görmemek ümidiyle…