SÜKÛT

SÜKÛT

Küçücük menfaatlere satılan doğrular, bir gün önünüze nice yalanlar yavrular…-

A+A-

 

Toplum olarak gelişebilmenin şartlarından birisi hiç şüphesiz ki eleştiridir. Eleştiri bir bakıma denetim mekanizmasıdır. Olumlu yahut olumsuz eleştiri muhatabı için bir kazançtır aslında. Olumlu eleştiri kişiyi motive eder, doğru yolda ilerlediğinin bir anlamda kanıtıdır. Olumsuz eleştiri ise, kişinin başkalarınca nasıl algılandığının göstergesi olması sebebiyle değerlidir. Kendi davranış ve eylemlerinin nasıl algılandığı ve değerlendirildiği noktasında kişiye fikir verir. Ayrıca, kişinin eksik ve kusurlu tarafını anlaması bakımından yararlıdır. Kişi, yaptığı eylem ve işlerin neticesinde herhangi bir eleştiriye uğramıyorsa kendisinde her şeyi doğru yaptığı gibi bir yanlış algı oluşabilir. O yüzden zamanında ve dozunda yapılan eleştiriler, eleştirilen kişi için oldukça yararlıdır.

Kendi gölgesinden korkan birinin, çevresine saçacağı ışığın hiçbir hükmü yoktur. Kabile ruhu bir toplumu terk etmedikçe, orada gelişmenin bir şulesinden bile bahsetmek mümkün değildir. Kaynağı kendisinden menkul her düşünceyi kayıtsız şartsız kabul, itaat kültürünün ebediyen yaşamasını ve ayrık otu gibi her yeri sarmasını da beraberinde getirir.

Ah, iç endişelerimize kurban ettiğimiz kim bilir kaç özeleştirimiz vardı… Ya da, küçük menfaatlerimize sattığımız kaç özgür irademiz… İç seslerimiz kaç kez bize “bu doğru değil” dediği halde doğru olmayanı içimiz sıkıla sıkıla yaptık. Bizim toplumumuzda “öteki”ne karşı her zaman bir önyargı vardır. Biz bu yüzden kendi toplumumuzda “öteki” olmaktan çok korktuk. Hemen ötekileştirilivermek korkusuyla, “biz” kalkanına sığındık ve sustuk. Hatta “öteki”nitaktir etmek geliyorken içimizden, tahkir ettik. Çünkü içimize yön veren içimizde birileri var.

Başkalarına “dik durmak” yolunda kaç nutuklar attık. Oysa elimiz göbeğimize bağlı başımız eğik duruşumuzu kimseye söyleyemezdik. Kimse kendine konduramaz dilinin prangalı olduğunu. Güya herkes ne görürse onu söyler. Göremedikleri, görmek istemedikleridir çünkü. Bir de şu söz söylenir: “Ben doğruya doğru, yanlışa yanlış derim.” Çok sıkışınca mensup olunan camiayı “eleştir-eme-mek için bu söz kullanılır. Ait olunan zümreyi incitmek korkusu ile biraz delikanlılığa vurdurularak, “eleştiri” rakiple “eşleştirme”yedönüştürülüverir. Ama hiç doğrudan mensup olunan grup, topluluk veya cemiyet eleştirilemez. Karşı grup çok rahat eleştirilir, aşağılanır ama iş ait olduğumuz cemiyete gelince kelimeler dil ve anlatım sınavından daha fazla bir özen gerektirecek titizlikle seçilir hatta yanlış anlaşılmayamahâl vermemek için hiç karıştırılmayan lügâtler bile karıştırılır. Ola ki “zülf-i yâre” dokunuruz da, baltayı taşa vururuz cinsinden…

Yaltakçılık, yalakalık, şakşakçılık, yalaklık… Adına ne dersiniz bilmem ama, yukarıdan beridir anlatmaya çalıştığımız durumun doğal sonucudur bu kavramlar. Yâri incitmek korkusu taşıyarak doğruyu söyleyememek başkadır, menfaat umarak doğruları görmezden gelmek başka… Ama hangi şartta olursa olsun doğrular söylenmek içindir. Gizlenen doğruları sahibine sağladığı bir üstünlük yoktur. Sır ile doğruyu bu yüzden karıştırmamak gerekir. Saklandıkça değeri artan şey sırdır. Doğru ise söylendikçe kıymetlidir. Doğrular, söyleyenin başına türlü belâlar açabilir doğrudur, ama “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır” hadis-i şerifini nasıl yorumlamak gerekir. Söyleyecek sözü olanlar köşe minderi gibi bir köşede durmamalıdır. Edep eyleyip susmak da elbet büyük bir erdemdir amma, söylemek zamanı menfaat gereği susmak bugünün cahiliye âdetidir. Küçücük menfaatleresatılan doğrular, bir gün önünüze nice yalanlar yavrular…

 

HABERE YORUM KAT

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.