Emre KOÇ

Emre KOÇ

ALLAH’IN FİİLLERİNDE HİKMET ARAMANIN İMKAN VE SINIRLARI ÜZERİNE

A+A-

 

Allah’ın fiillerinde hikmet aramak deyince karşımıza ‘hikmetinden suâl olunmaz’ ve ‘fiilleri hikmetten arındırmak’ şeklinde farklı yönelime sahip iki yargı çıkmaktadır. ‘İllet’in (sebep) Allah’ı fiillerinde bir gerekçeye mecbur etme anlamıyla ele alınması ve illeti teselsüle yol açma riskinden dolayı ilahi fiiller bağlamında düşünmenin sakıncalığı bakımından hikmet konusuna dahil edilmemesi gerektiği ifade edilmiştir. Diğer açıdan ise illetin ‘fiili yapmaya sevk eden gerekçe’ şeklinde yorumlanırken ‘bağlayıcı ve zorunlu sebep’ olarak düşünülmesinin yanıltıcı ve zorlama bir yorum olduğu Kâdî Abdulcebbar tarafından dile getirilmiştir.

İmam Maturidi hikmeti ‘’adl’ın karşılığı olarak ‘her şeyi yerli yerine koyma, tam uygunluk (isabet) şeklinde tarif etmekte, Pezdevi ise hikmetin karşıtı olan ‘sefeh’i ‘’hikmetten hâli olan şey’’ diye açıklamaktadır. Eş’arilerden İbn Fürek’e göre ise (fiilde) hikmet ‘’fiilin fâilinin amacına uygun olarak gerçekleşmesi’’, sefeh ise ‘’bunun aksine vuku bulmasıdır’’. Ayrıca menfaat ve zarar açısından hikmet ‘’bizzat yapana ve bir başkasına faydası dokunan’’, sefeh ise ‘herhangi bir fayda sağlamayan iş’’ manalarıyla karşılanmaktadır.

Eş’arilere göre Allah’ın fiilleri bir hikmet ile muallel olmadığı gibi, bir sebebe de bağlı değildir. Allah yaptıklarından sorumlu tutulamayacağı için fiillerini herhangi bir sebepten dolayı yapmaz. Eş’arilerin bu görüşü ‘Allah’ın fiillerinde hikmet bulunmadığı’ şeklinde anlaşılmamalı, fillerinde hikmetin bulunmasının ‘zorunlu olmadığı’ şeklinde anlaşılmalıdır. Maturidilere göre ise Allah’ın fiilleri bir hikmet ile muallel olup bir sebebe de dayanmaktadır. Sebepsizlik ve hikmetsizlik, abes bir iştir; Allah ise abes (sefeh) bir iş yapmaz ve fiilleri hikmeti gereğidir. Maturidilerin bu görüşü de ‘Allah’ın fiillerinin zaruretle meydana gelmesi değil, hikmeti gereği meydana gelişi şeklinde anlaşılmalıdır.

Kuran-ı Kerim’de ayetler, ayetlerin yer aldığı pasajlar (bağlam) ve tevhid, nübüvvet, mead şeklindeki konu bütünlüğü dikkate alındığı zaman görürüz ki Allah (c.c.) alemi yaratmış, yaratmakla kalmamış ve onu en güzel surette düzenlemiş, hatta yarattığı alemi (her şeyi) ayakta tutan ve varlıklarını devam ettiren, gözeten (el-Kayyûm) olduğunu beyan etmiştir. Allah, insan ve evren ekseninde tebarüz eden hitâb-mesaj dizgesi bir hikmete mebni olarak karşımıza çıkmaktadır. Yüce yaratıcının her işinde hikmetli (el-Hakim) oluşu, emirleri ve yasaklarının insani maslahatı (yararı) gözetmesi (makâsidu’ş-şeria), kıssalarda yaratıcının hikmetinden uzaklaşan ve arayan toplumların hatırlatılması ve saymakla bitiremeyeceğimiz nice detay bütünüyle, bizlere ibret almamız için, yaratıcının işindeki hikmeti (tam uygunluğu, isabeti) görmemiz için anlatılmaktadır.

Bu kadar bedihi bir duruma rağmen nötr noktasında etkisiz ve tepkisiz kalabilmek ise gerçekten şaşırtıcıdır. Bize yaratıcıyı hatırlatmayan, hatırlatmadığı için unutturan her şeyin yaşantımızı çepeçevre kuşatması (dünyevileşme)  ise kelimenin tam anlamıyla ‘anormal’ bir durumdur. Eş’arilerin fikrinden türeyen ‘’Allah’ın hikmetinden sual olunmaz’’ kanaati iman/itikad bağlamında sınırlarını koruyorken biz buradan edilgen bir tutum üretip açık-seçik delilleri/yaratıcının işlerindeki hikmetin görüngüsünü de ‘’suâl olunmaz’’ yargısına dahil ettik.

Büyük Selçuklu Devlet’inden bu yana coğrafyanın eğitim kurumlarında/medreselerde Eş’ari geleneğin hakim oluşu ve siyaset geleneğimizin genellikle bu öğretiyi dikkate alarak din-devlet ilişkilerini tesis etmesi, kanaatimizce İslam düşüncesinin geniş yelpazede gelişmesini duraksatmıştır. Eş’arilik söz konusu olduğunda Ehl-i Sünnet düşüncesini Maturidilikten bağımsız şekilde ele almak hemen hemen imkansızdır. Kaldı ki yerellik ve evrensellik yasalarının gereği Maturidilik düşüncesini bu topraklarda atıl bırakmak Türk-İslam kültürünü anlamamıza ve geliştirmemize de mani olacaktır. Bu konuda ise İmam Maturidi:’’Duyulur alemde hikmet çerçevesinin dışına çıkmaya sebep teşkil eden ve kişiyi buna sevk eden şey onun bilgisizliği veya ihtiyacıdır, bunların ikisi de Allah’tan uzak olan şeylerdir’’ (Kitabu-t-Tevhid, s.346) derken itikadda imamımızı dinleseydik belkide yüzümüz hikmete daha çok dönük olacaktı.  

Yaratıcıya ve yaratmasına hayret/hayranlık duymayan birey gerek dini gerekse insani anlamda sorumluluklarına karşı edilgen kalır. Kur’an’ın lübb (vicdanla temyiz edilmiş akıl/muhatab/anlam) dediği şeyin olmadığı yerde duyularımıza ve ruhumuza hitâb eden şey, konunun öznesine (yaratıcıya) karşı nasıl hayranlık uyandırabilir?! Yaratıcının fiillerinde sefehin/abesliğin olması muhaldir. Duyulur alemde yaratıcının işlerini hikmetten (isabet ve güzellikten) hâli görmek de aynı şekilde abestir. Bütün güç ve kuvvet Allah’a aittir.

Önceki ve Sonraki Yazılar